24 Ocak 2015 Cumartesi

Labirent 1.Bölüm

    '' Ruhumuz kararmış güneşimiz sönmüş. Ağaçlar yapraklarını korur olmuş bizden. ''

   Yine gecenin yalın siyahı her yana sinmişti. Ağır adımlar ile ilerliyordum. Caddelerin o sessiz çığlıkları kulağımda çınlıyordu sanki. Gece lambaları nöbet tutan askerler gibi güneşin doğmasını bekliyordu. Vakit yine hüzün ile bulanmıştı. Paketten bir sigara çıkarıp ateşledim. Duman ciğerlerime kavuşmuştu...

        *************************************************************************************    


    Bir gün daha doğmak üzereydi. Şehrin en güzel yerindeydim yine. Rüzgar soğuk havayı yüzüme çiviliyordu adeta. Ben ise  Aldırış etmeden gülümsüyordum. Güneş alacakaranlığı dağıtıp şehri yavaş yavaş ısıtmaya başlıyordu. '' geceler gündüzden daha samimi. '' diyip yürümeye başladım. Arabamı çok uzağa park ettiğim aklıma gelmişti. Yoldan geçen bir taksiyi durdurup bindim. Taksici beni görünce tebessüm edip ''günaydın beyim''demişti. Taksiciye bakınca çalıştığım şirketin geçen ay işten  çıkardığı Çaycı Salih Beyi gördüm. Tebessüm edip '' Günaydın Salih efendi '' dedim. İş bulamayınca eniştesinin taksisinde çalışmaya başlamış. 13 yıl hizmet verdiği şirketin onu bir kalemde silmesini bende  hazmedememe mistim fakat elimden bir şey gelmemişti. Sohbet ederek şirketin önüne gelmiştik. Son cümlesi '' vicdanın ağır bastığı yerde insanlık menfaatleri kurşuna dizer, onların vicdanı cüzdanlarında beyim '' olmuştu.
********************************************************************************************  

    '' Şimdi silahına bir kurşun daha koy çünkü umutlar kolay ölmez. ''

  Odama bir çay söylemiştim. Evrakları incelerken kapıyı çalıp içeri Hacer hanım girmişti. ''Günaydın abi'' diyip çayı masama bırakmıştı. Gözlerimle evrakları inceliyordum '' Günaydın Hacer hanım. Murat bey nerede? Sen neden getirdin çayı '' demiştim. Murat beyin çocuğunun hastalandığını izinli olduğunu söylemişti. Utana sıkıla kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açtı çıkmak üzereyken geriye dönüp başını  öne doğru eğip '' Abi sana söylesem mi? Söylemesem mi? bilemedim. Bugün işe gelirken önüme bir adam çıktı. Sana Pugotto'nun selamı olduğunu şerifi bulmanı söylememi istedi. İlk başta akli dengesi yerinde olmayan bir berduş zannettim. Fakat Babanın ve annenin adını da söylenince seni tanıyan biri olduğunu anladım. '' demişti.  Birden donup kalmıştım bu nasıl olabilirdi?
    ************************************************************************************
    Devamı 31.01.15 de saat 20:30 da sizlerle olacak arkadaşlar. yorumlarınızı emre1372@gmail.com adresine göndere bilirsiniz. Olumlu ve olumsuz eleştirilerinizi lütfen bildiriniz. twitter dan @pozvt2 hesabını takibe alıp gelecek bölümleri takip edebilirsiniz. Vakit ayıran herkese teşekkürler iyi akşamlar.

                                                                                                EMRE ŞAHİN Saygılarımla...




23 Ocak 2015 Cuma

Yeni bir hikaye, labirent...

  ''  Karışık bir sistemin içindeyiz. Ruhumuz kararmış güneşimiz sönmüş. Ağaçlar yapraklarını korur olmuş bizden. Şiirlerdeki dizeler utanır olmuş, kayda değer olmayan aşklara vesile olmaktan. Can çekişiyor gibiyiz, belkide öldük? Haberimiz yok. Bir labirentin içindeyiz ve sanırım fazla da vaktimiz  kalmadı ''

  Yeni bir hikayeye start verdim İsmi ''labirent''.
Beni diğer çalışmalarımda yalnız bırakmadınız bu çalışmamdada öyle olacağını umuyorum. Bu sefer hikayede farklı bir konuyu  ele alacağim. Her hafta hikayenin bir bölümünü cumartesi günleri sizinle twitterdan @pozvt2 hesabımdan paylaşacağım. Olumlu olumsuz görüşlerinizi lütfen bana bildirin emre1372@gmail.com.tr Hepinize şimdiden teşekkür ederim.

''Vicdanın ağır bastığı yerde, insanlık menfaatleri kurşuna dizer...''


              

11 Şubat 2014 Salı

-Kaybolmuş Şehrin Hayalet Aşıkları- 3.Kısım

                      
                                              ''Vefa  bir çeşit dost teşekkürüdür''


          Ankarada hava bugün benim gibi ne yapacağını bilmeyen bir hal içinde,ne çok soğuk ne çok sıcak. Beton Sametin isteği üzerine italyan kesim bir takım elbise giymiştim. Binadan çıkarken beni gören Ruşen amca ''hayrola Fuat damat mı oluyorsun yoksa'' diye takılmıştı. Sadece tebessüm ederek''iyi günler'' demiştim. Binadan çıkmıştım. Bir sigara yakıp Beton'un gelmesini bekliyordum. Beton eskiden de olduğu  gibi yine  dediği saatte gelmişti. Pus'un yerini bulduğunu söylemişti. Tanka benzer siyah bir arabası vardı. Arabaya binip Ankara'nın tekin olmayan sokaklarında pekde tekin olmayan adamını bulmak için yola çıkmıştık...



                                                     ''Ruhun anestezisi aşktır''


            Bu keşmekeş olayların zincirleme bir kaza gibi peş peşe gelmesi yüreğimi kavuruyordu. Sanki biraz daha konuşsam ağzımdan lavlar çıkacaktı. Bol sigara içiyordum, ardı arkası kesilmiyordu o hüzünlü dalışlarımın... 
Beton bana bana bakıp;
-onu çok mu seviyorsun?
-aynı şehirde olmayınca şehrine yağan yağmurları bile kıskanıyorum. Bu cevap karşısında suskun kalmayı tercih etmişti. Biraz daha ilerleyince sadece ''geldik'' demişti...

                         '' Yürekteki yara  ne kadar büyürse insan o kadar acımasız olur''
        
             Beton çoçukken annesinin ölümünü canlı canlı görmüş. Bunun için acıma duygusunu   yitirmiş olmalıydı. Anne şefkati eksikliği yaşayan acımasız bir çocuk oluşu bunun içindi. 
            Beton arabadan inip etrafa keskin bir bakış attı. Ceketini ve saatini düzeltip kaşlarını çatarak ve sert adımlarla Pus'un  evinin önüne geldik. Kapıyı eliyle sert bir şekilde çaldı. Kimo? sorusuna ''Şeker Kemal'in selamını getirdik'' dedi. Yüzüme bakıp gözünü kırptı. Kapıyı açan adamın en dikkat çeken yanı yüzündeki derin yarık iziydi. Sanırım bir falçata ile acımasız bir şekilde yapılmıştı. Sol kaşından çenesine kadar uzanıyordu. Beton içeri girdi bana sen burda kal demişti. O an bunu neden dedi diye sorgulayacak vaktim yoktu. Aradan biraz zaman geçinçe içerden bağrışma sesleri gelmeye başlamıştı. Ne yapmalıyım diye düşünürken nasıl oldu bilmiyorum kapıyı kırıp içeri girmiştim. Beton kapıda gördüğüm adamın ağzına silahı sokmuştu. Bu durum Beton için normal ve sıradandı. Betonun her zaman silahla gezip karanlık bir bulutun altında ilerlediğini biliyordum.  Yarığın sahibinin Pus olduğunu anlamıştım o an. Pus ise nefes nefese kolyenin nerden geldiğini anlatıyordu.  Arabaya bindiğimizde sırtımın terlediğini fark ettim. Ankara kalesinde bir çay bahçesine geçip çaylarımızı yudumlaya başlamıştık...

            ''Hayat ; yasamsal fonsıyonların devam surecınde menfaatlerın kana karısma durumudur.''

           Kolyeyi satanın Serpil olma ihtimali artık çok yüksekti Pus'un dediklerine göre. Beton ''şimdi benim biraz işim var sen bugün iyi bir şekilde düşün istersen yarın sabah gidip dediği yere bakarız''  Başımı tamam anlamına gelecek şekilde sallamıştım. Sanki bu sevda beni dipsiz bir kuyuya atmıştı sürekli düşüyordum. Ama içimden bir ses gemileri yakıp bu sevdanın peşine düşmemi söylüyordu. Onca zamanda değişmeyen bu duyguyu bir daha yaşamak mümkün değildi sanırım...
          Beton yine sabah beni almıştı. İçimde tarifi imkansız garip bir heycan vardı. Sanki zamanının dolmasını beklyen saatli bir bomba gibiydim. Radyoda çalamaya başlayan Ferdi Tayfur parçası içimi parçalamak için yetmişti...
          ' nede hakliymis meger
             ask ugruna yananlar
               sende beni yakip gittin
                 gecen yil bu zamanlar' içimden kopan fırtınaları hissediyordum gözümden göz yaşı düşmesin diye radyoya uzanıp kapatmıştım...
           Nihayet gelmiştik. Beton eliyle köşedeki binayı gösterip burası demişti. Binaya yaklaşmıştık. İki el silah sesi ile irkildik. Beton elini beline atıp sırtını duvara yaslamıştı. Bir eli ilede beni kolluyordu. İşte ne olduysa o zaman olmuştu. Binadan yıldırım gibi çıkıp arabaya binen ve  aynı şekilde uzaklaşan  kadının gözleri gözlerime değmişti bu  evet  Serpil'di. Buna çok emindim. İşin en ilginç tarafı cesetin ismiydi...


        Vakit ayıran arkadaşlara çok teşekkür ederim. Görüş öneri ve özelikle eleştirilerinizi bekliyorum. İletişim emre1372@gmail.com. Bazı kısımlarda belli varsayımlar ön görüyor hikaye. Uzatmayıp her okuyucu kitlesini sıkmamak için bazı olaylar hızlı ve kısa aktarılmıştır bunun için. 4.kısım 17 subat salı gunu yayında olacak. İyi akşamlar.
                                                                                                                      emre/pozivit

4 Şubat 2014 Salı

-Kaybolmuş Şehrin Hayalet Aşıkları- 2.Kısım

                '' Bazen başarmak için kaybetmek, yaşamak için ölmek gerekir bilemeyiz...''
    

        Fotoğrafdaki Serpildi. Yüreğim titriyordu ve istem dışı bir gözyaşı düşüyordu gözümden, intihar edercesine. Taksiciye kolyeyi göstererek ''bunun sahibini tanıyor musun? Takside buldum ve bu benim için çok önemli '' dedim. Taksici gözlerini büyüterek kolyeye baktı. ''hayır beyfendi. Bugün ilk müşterim sizsiniz '' . Cebimden sigara paketini çıkartıp taksiciye uzattım birer sigara yaktık. Özetle Serpille aramızda geçenleri anlattım. Bana aynı takside çalışan diğer taksicinin numarasını verdi. Uçağın kalkmasına 1.5 saat vardı. İçimden bi ses o uçağa binmememi söyledi, öylede yaptım....

                                       ''Kırık Kanatlı bir kuş gibiydi bazı umutlar.''

        Ertesi gün diğer taksici Gökhan Beyle çaylarımızı yudumluyorduk. Anlayışla ve insaniyetle bana yardımcı olmaya çalışıyordu. Bir neticeye varmak için umutla bekliyordum. Ama tanımsız ve somut olmayan yarı yanlış varsayımlardan başka bir şey çıkmamıştı. Numaramı bırakıp ayrılmıştım oradan...

                  ' zamansız saatler hep beni buluyor, ya sana beş var yada seni beş geçiyor.'


        Kabuk bağlayan yaram tekrar kanamaya başlamıştı. Hayatıma yön veremiyordum. Ne zaman buna kalkışsam odak noktam Serpil oluyordu.  Sele kapılmış bir kaya gibi hiç bir yere tutunamadan akıp gidiyordum hayattan. Sevgi dolu gözlerini hatırlamasan çoktan unuturdum aslında onu. En zoruda buydu zaten. Seven bir kalpten göç etmek, sevdanızın ölümlü bir kazaya uğraması kadar acıdır...


                     ''Güneş yüzünüze vuruyor ama içinizi ısıtmıyorsa mevsim sonbahardır''
          
          Uzun ve umutsuz geceler bir sonbahar hüznü yaşatıyordu yüreğime. Yine Ankaranın sen kokulu sokaklarında dolaşıp duruyorum. Telefonuma bir çağrı gelmişti,arayan Gökhan bey. Beni durağa çağırmıştı. Durağa hızlı bir şekide ulaşmıştım. Kolyeyi düşeren kişi durağa gelmiş. Kolyeyi düşüren kişi bir kuyumcu çırağı, kolyeyi kuyumcuya satan ise Pus lakablı  karanlık bir adam...


                             ''vicdanın ağır bastığı yerde, insanlık menfaatleri kurşuna dizer''

           Bazı insanlar vardır ihtiyacınız oluğu zaman karşınıza birden çıkar. İşte Samet nam-ı diyar Beton, da böyle bir insandı. Tahsinden Pus adında birini aradığımı öğrenmiş bir gün karşıma çıkıp ''ayıb oluyor Fuat kardeş başkalarından duyuyoruz geldiğnini'' diyip gülerek sarılıyoruz. Hiç ayrılmamış gibi samimi hemen ayrılacak kadar tedirginiz.. Pus'u bulmak için yola çıkıyoruz....
             
                      
       
             Olaylar değişik bir hal almaya başlıyor. Vakit ayıran herkese teşekkürler. görüş önerivi ve eleştirilerinizi emre1372@gmail.com adresine yazabilirsiniz.  
                                                                                                                EMRE/POZİVİT / @pozvt2
 

28 Ocak 2014 Salı

-Kaybolmuş Şehrin Hayalet Aşıkları- 1.Kısım

                              ''sana ayrılık cümleleri biriktirdim ve çokça hoşçakallar ''

        Geriye dönüp bakmaya  korkar insan, yaşanmışlardan çok yaşanmamışlar sızlatır çünkü yüreğini. İmkansız bir aşk hikayesi değil bu. Sevda kaybından ölen bir aşkın hikayesi. Aşk kalabalık caddelerde tenha bir sokaktır.

       Hayat beni sevdamdan sürgün etmek için bekliyordu. Saatte bakıyordum, yelkovan bir yarış atı gibi koşuyordu. Sigaralarımın ardı arkası kesilmiyordu. Evet gelmemişti. Tam dört  yıl bir fiil
sevdiğim kız o gün  buluşma yerine gelmemişti. Üstelik birazdan Almanya'ya gideceğimi bildiği halde. Bir felaket habercisi yollayıp bana bir zarfla elveda etmişti. Yazarken ağlamış  olmalı o fütursuz ve acımasız cümleleri...
      Almanya benden sevdamı alıp bir mühendis ünvanını yüklemişti. Bir insan aklına geldiği zaman boğazın mıh yutmuş gibi acıyorsa hala yaşıyorsun demektir. Birazdan Ankaraya dönmek için yola çıkacağım. Hayat yine bizi bu gri tonlu vefalı şehire götürüyordu...
 
                                             " sen benim en iyi zaman kaybımdın "
    
      Ankara'da yüreğim yanarken ellerim üşüyordu, ne garip. Ankarayı adım adım geziyordum,
 bir vefalı dost gibi. Önce o taş kaldırımlarla buluşmuştum. Sonra dost sıfatını layık gördüğüm Tahsinle. Tahsin hayatına babasının lokantasında devam ediyordu. Evlenmiş ama sevda onada ayrılık dolu bir senaryo hazırlamış. Yüreğini alıp gitmiş çok kez ama Ankaraya ayıp olamsın diye geri dönmüş. Çaylarımızı fondipleyip, o üçüncü sınıf  ve hala değişmeyen çay ocağından kalkmıştık. Tam ayrılmak üzereyken '' Serpil taşındı biliyorsun değil mi?'' dedi. O gözlerinde boğulduğum yüreğimi titreten kızın adını duymak bile heycanlandırmıştı beni. Ben konuşmayınca Tahsin devam etti. ''Yoksa bilmiyormuydun? Sen gittikden bir hafta sonra oda taşındı''  akşam görüşürüz diyip oradan ayrıldım. Nefret ve özlemle yanan yüreğim sıtmalı bir  hasta gibi titretiyordu beni...

                 ''sakin hayatın tsunami gibidir bazı kelimeler ,kısa sürede hayatmızı alt üst eden.''
   
       Serpilin yazdığı o son yazdığı  kelimeler birer kurşun gibi yüreğime saplanmıştı. İstemsiz öpüşler de ruhsuz bedenlerde aklıma geliyordu hep . Unutmak istediğim her gün ağlamaklı bir kabus görüyordum. Ah be! diyerek ağlıyordum. Hayatın doruk noktasından yüzüstü yere düşmüştüm sanki. Almanyadayken gurumun tutsaklığından kurtulup ahizeye sarılmıştım. Neden? diye sorduğum her cümleye ''seni sevmiyorum'' diye cevap veriyordu. Kaç kez görüşmek istesemde bir daha hiç haber alamamıştım...


''ritim bozukluğu yaşanıyor yüreğimde ve sen merkezli bir deprem. Enkazda kalmış umutlar, sevda ise ihanetten uzak bir şehir...''

        Sormadığım kimse kalmamıştı ama bir haber alamamıştım. Bir kuş olup gitmişti sanki hem nefret ettiğim hemde sevdiğim o kadın. Yüreğim daralıyordu artık bu şehir de. Karşısına çıkıp neden böyle oldu demek istiyordum sadece ve son kez öpmek. Kabuk tutan yaram kanıyordu   yine sebepsiz ağlayışlarla. Sanki heran karşıma çıkacak gibi hissediyordum yada kendimi avutuyordum. Serpilin lise yıllarındaki  bir arkadaşına ulaşmıştım. Bana sadece ''Fuat serpil seni gerçekten seviyordu. Sen gittikden bir hafta sonra hiç bişey demeden taşındılar burdan. Nereye taşındıklarını bilmiyorum malesef.'' dedi... 
       
                
                      '' vazgeçmek sıradan bir elvada değil, belkide mutlu bir başlangıçtır.''
     
        Tüm bu olanlara rağmen hayat devam ediyordu. Artık bu acı ile yaşamaya alışmam gerekiyordu. İlk gelen iş teklifini kabul edip hayatıma devam etme kararı almıştım. Bir hafta içinde İstanbul'dan bir  şirketten afilli bir mail gelmişti,bu cuma mülakat için bekliyoruz ile biten. Arkama bakmadan gitmek istiyordum bu nefesimi kesen şehirden. 
        Cuma günü sonunda gelmişti. Hiç bişey düşünmek istemiyordum. Sanki biraz duraklarsam herşey başa dönecek gibiydi. Son bir kaç sigara yaktım  elveda hükmünde Ankara'ya karşı. Taksiye binip yeniden doğmak için bu şehirden gidiyordum. Bu şehirde olmak bile yaramı kanatmaya yetiyordu. Savaşda esir düşmüş bir tutsağın özgürlüğe koşuşu  gibi kaçıyordum artık... 
                
                   
                        ''şimdi silahına bir kurşun daha koy çünkü umutlar kolay ölmez. ''
              
        Gözlerim dalmıştı sert bir frenle irkildim. Taksici arkaya dönmeden ''kusura bakmayın beyfendi'' dedi. Hiç birşey demeden cebimden bir sigara çıkartıp ateşledim. Fren esnasında uçak biletim aşağıya düştüğünü fark ettim. Almak için yöneldim. Elime bir kolye gelmişti. Kolyeye bakınca yüreğimde bir sıcaklık hissettim ve  heycanlanmıştım. Çünkü bu benim Serpile hediye ettiğim kolyenin aynısındandı. Heycanla kolyeyi açıp içindeki fotoğrafa  bakmak istedim. Zaman durmuştu ellerim titriyordu. Kolyenin içini açmıştım artık nefes alamıyordum. Taksiciye sadece ''dur!'' diyebildim...

        

          2. kısım 4 Şubat 2014 yayında olacak. Görüş öneri özellikle eleştirilerinizi emre1372@gmail.com adresine lütfen yazın. İlk kısım biraz sıkıcı olabilir ama gerçekten keyifle okuyacağınız bir hikayeye dönüşcek. Vakit ayıran herkese teşşekür eder iyi akşamlar dilerim.

                                                                                                                   emre/pozivit





10 Ocak 2014 Cuma

-Kaybolmuş şehrin hayalet aşıkları-

 'kaybolmuş şehrin hayalet aşıkları'

     Ankarada gece erken uyur. Caddelerinde kaldırımları mühürleyen, hayalet aşıklar hariç elbette. Sigarasının dumanında hayallerini izleyerek, doğan güneşi beklerler.


     Bu hikaye de ölü umutlar mezarlarından çıkıyor. '' gardını al ey yüreğim! Bu kez biz kazanacağız'' Gizemli bir sevda ateşinde yanmak üzere olan o narin ruhların hikayesi bu. Bir gece vakti eski bir yaranın kanaması ve aşk kaybından ölmek üzere olan bir bedenin  hikayesi bu.
  
        'Senin yüreğin de bir kış yaşadım, ellerimden çok düşüncelerimi donduran. ...'
       
        '' mülteci bir sevda yaşıyorum yüreğinde, kalsam zulüm gitsem hasret...''
      
        '' sen benim, sancılı cümlelerimin en güzel öznesisin...''
  
     Mücadele ve aşk kokan bu hikayede bende   yer almak istiyorum  diyorsan. @Ankara_ll hesabını takip edip. 30 ekimi bekle..
     Bu 30 40 sayfalık  bir hikaye ve haftada bir gün beşer sayfa halinde yayımlayacağız bende okumak istiyorum diyorsanız @Ankara_ll hesabından  ulaşabilirsiniz . Mail adreslerini gönderen arkadaşlara yayın günü mail olarak da göndereceğiz. Vakit ayıran arkadaşlara şimdiden teşekkürler.
         
              " bugün sevda treninden,belki de mutluluk istasyonunda ineriz. "

                                                                                                   Emre/pozivit
           
              'kaybolmuş şehrin hayalet aşıkları' 30  Ekimde yayında...

30 Ekim 2013 Çarşamba

''ölümü bekleyen tek nefesli cesetleriz aslında''

''hayat akarsu gibidir, önemli olan kaç yudum içtiğin değil ne için boğulduğundur'' 
                                                                                                       emre/pozivit
  
       -Hayat yine saniye saniye bizi öldürmek için hiç durmadan çalışmaya devam ediyor değil mi?
     Etraf oldukça kalabalık ve hiç tanımadığınız birisi dün gece kitabınızı tamamlamak için yazdığınız son cümleyi size söylüyorsa bu oldukça ilginç olabilir. Koşar adım yürürken birden bu cümleyi bana bir büyülü bir ok gibi atan  güzel gözlü kıza doğru yöneldim. Heycan dolu gözlerimdem çıkan balıklar bu kızın gözlerindeki denizde yüzmeye başlamıştı. 
    -okudunuz mu?  Ağzımdan çıkan bu cümlenin ses tonu beni bile etkilemişti. Ama bu imkansızdı sadece kağıtlarda kalan bu hikayeyi kimseye anlatmamıştım.
    Kız elini uzatıp ''yasemin ben eğer vaktiniz varsa size bir çay ısmarlamak isterim''  dedi. Elimi uzatıp ''memmun oldum elbette'' dedim. Herşey normal ve yerli yerinde gözüküyordu , ben hariç... Çay bogazımdan akıp mideme değil ruhuma doluyordu. Bu güzel kızın gözlerinde yüzerken bu cümleyi nerden ve nasıl öğrendiğini sormak aklıma geliyordu ama herşey hemen bitsin istemiyordum. Ağzımızdan çıkan kelimelerle değil ruhumuzla konuşuyorduk. Güneş o gün vucudumu ısıtmıyordu ve rüzgar yüzümü okşamıyordu. Sessizliği bir anda ''iyiki doğdun'' sesleri bozdu. Neler olduğunu anlamak için etrafa bakıyordum. Herkes sırayla soğuk bedenime sarılmaya başlamıştı bu sırada gelen pastada resmimi görünce bugün doğdumu hatırladım,hatırlamaya çalıştım...
     Herkes bir anda kaybolmuştu hava kararmaya başlamıştı. Yasemin bir ay gibi gözüküyordu bana yaklaşıp ''iyiki doğdun,iyiki...'' diyip elindeki paketi bana verip  yanımdan uzaklaşmıştı. Paketi açınça içinde bir kitap olduğunu anladım. Kitabın arkasında yazan not;
 '' bu kitabın sahibi umut şehrinde doğmuştur. ''ömür kısa,günler uzun,çay sıcak ve hayat üzülecek kadar uzun değil''  diyerek ömür tüketmiştir. Bu kitabı raflara taşımak için uğraşsada son aşamaları tamamlayamadan alzheimer hastalığına yakalanmıştır ve bir yıl önce hayat sahnesinde son rolünü oynayıp bize veda etmiştir. Bu hayali onun adına ben(yasemin) devam ettirdim  ona hayat arkadaşlığı etmiş ve onu çok seven eşi olarak. Hayaller uzak bir köy ise umutlar yağmur gibidir ve bir gün o köye can vermek için oraya giderler. Bazen başarmak için kaybetmek ,yaşamak  için ölmek gerekir bilemeyiz... ''ölümü bekleyen tek nefesli cesetleriz aslında'' adlı eserin sahibi ölü bir yazardır... ''
          Evet ölmüştüm...
        Mezar taşları konuşamaz ama hissedebilir, bu ölü bir  yazarın  rüyasıdır..
                                                                                                                  emre/pozivit